İBRAHİM KAHYAOĞLU OLAYI 1795
Şükraniye Köyünde nesillerdir anlatılan bir efsane vardır. Şöyle ki: “Kula taraflarından gelen bir eşkıya taifesi, İbrahim Kahyaoğlu’nun, şimdi okulun olduğu yerde bulunan konağına baskın yapmış, evde bulunan herkesi katletmiş, malları talan ettikten sonra konağı yakmıştır. Gün ağardığında geriye, savrulan küllerden başka bir şey kalmamıştır. O gün akrabalarında kalan iki çocuk hariç! Bu çocuklar, yıllar içinde işleri ele almışlar, biri çiftçilik yaparken diğeri askeri eğitim alıp yüksek kademelere gelmiş ve sonra köyüne dönüp orada ölünceye kadar yaşamış”.
Bu anlatılanların gerçekliğini öğrenmek için ilk önce köy mezarlığının yolunu tuttuk. Yerel araştırmacı Bekir Semerci hoca taşlarda “İbrahim Kethüdaoğlu” ibaresini okuyunca Osmanlı döneminde bu sülalenin “İbrahim Kethüdazadeler” namı ile anıldığını da ilk defa öğrenmiş olduk.’Kethüda’, Farsça bir kelime olup Türkçede ‘Kahya’ anlamına gelir.
Sonra, Uşak Üniversitesi Tarih Bölümü’nden Prof. Dr. Mehmet Karayaman ve Prof. Dr. M. Zahit Yıldırım hocalarımız, taşların tam metnini çözerek okudular. Burada da ilginç bilgiler elde edildi. Mezar taşının birinde “Hanedan-ı Kadim-i Uşaki” diğerinde “Hanedan-ı belde” ifadeleri yer alıyordu. Bu bilgiler burada yatan insanların, dönemin önemli bir sülalesine mensup olduğunu gösteriyordu.
Araştırma yapacağımız hedef ortaya çıkınca rotamızı İstanbul’da bulunan Arşivlere çevirdik. Burada bana eşlik eden Süleyman Demirel Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Görevlilerinden Serhat Bal Hocamla epey belge topladık. Uşak’ta Kent Tarihi Müzesi görevlilerinden, yerel tarih araştırmacısı arkadaşım Ömer Aşçı Bey’in de kendi çabasıyla bulduğu bilgi ve belgelerle araştırdığımız konu gün yüzüne çıkmış oldu. Bu araştırmalar esnasında bana yardımcı olan tüm hocalarıma ve arkadaşlarıma teşekkür ederim.
İbrahim Kethüda ailesi; Uşak’ın eski ailelerinden olup Uşak Tarihine dönemin şartlarına göre epey katkı yapmıştır. İlk kez bu ailenin varlığına 1653 senesinde rastlıyoruz. Hasan Hilmi Okulu Müdürü Hüsnü Ersoy, notlarında “1653 yılında Uşak’ta şiddetli bir deprem oldu! Evlerin tamamına yakını yıkıldı! Acemoğlu ve İbrahim Kethüdaoğlu yeni evler yapmak suretiyle şehri yeniden ihya ettiler” diye söz etmektedir. Burada iki aileden beraber bahsedilmektedir.
Daha sonra ulaştığımız başka bir belgede şöyle bir ifade vardı: M.17 Şubat 1788 tarihli mühimme defteri “Banaz halkının çoğunun imzası ve Ayanı Seyid Ahmed’in arzusu ile kızkardeşi Esma Sultan’ın onbeş seneden fazla sahip olduğu Banaz arazisinin Acemoğlu Ahmet,Mehmet ve İbrahim Kethüdaoğlu’na bırakılması.” Buradan anlaşıldığına göre bu aileler ortak hareket eden dost kimselerdi. Bu belgeyi destekleyici bir hikaye de Dutluca Köyü’nden Latif Saraçoğlu anlatıyor: “Dedem anlatırdı; Kahyaoğlunun çocuklarının sünnetinde Acemoğlu bir okka kahve getirmiş. Acemoğlunun çocuklarının sünnetinde Kahyaoğlu ‘Deliktaş Değirmeni’ni’ hediye olarak vermiş!”
O günün şartlarında yönetici olmak iyi bir komutan olmayı da gerektiriyordu. 83 numaralı Anadolu Beylerbeyi’ne gönderilen bir belgede:” Kütahya ve kazalarında toplanacak olan askere, Gediz Ayanı Hâdimzade Nebi ve Nasuhzade Süleyman Ağa; Uşak’ta, Hacı Mehmet veya İbrahim Kethüdaoğlu Başbuğluğa uygundur” bilgisini görüyoruz.
Acemlerde de durum böyleydi. Acemoğlu İbrahimin daha önce Uşak Voyvodası olması devletin istediği zaman savaşlara ordu toplaması ve askerin başında savaşa gitmesini gerektiriyordu. Acemoğlu İbrahim ölünce yerine Oğlu Ahmed geçti. Acemoğlu Ahmed 1788’de Uşak Voyvodası oldu. Bu yıllarda Osmanlı, Rusya ve Avusturya ile savaş halinde idi. Acemoğlu’na gelen bir emirle, acele kuvvet toplayıp İstanbul’a gitmesi emrediliyordu. Acemoğlu gerek arazideki eşkiyanın başıboş kalıp köyleri basmasından gerekse onu istemeyen rakiplerinin şerrinden çekindiğinden işi ağırdan aldı. Bunun üzerine, Kütahya’da bulunan Anadolu Beylerbeyi, Acemoğlu’na; derhal askerin toplanıp cepheye sevkedilmesini emreden tehdit dolu bir name gönderdi. İşin ciddiyetini anlayan Acemoğlu acele bir birlik oluşturup yakın adamlarından biriyle askerleri gönderdi. Yalnız askerler savaş meydanına ulaşamadan 1792’de Osmanlı Kuvvetleri yenilip barış istemek zorunda kaldı.
Elbette bu mağlubiyetin sorumluları aranmaya başlandı. Uşak Voyvodası Acemoğlu da sorumlular arasındaydı. Hatta 3.Selim bir irade yayınlayarak ‘Devlete karşı gelenler’ anlamında onu da ‘Şaki’ ilan etti.
Voyvodalığı elinden alınan Acemoğlu, Kütahya’ya gidip teslim olması için bir emir aldı. Fakat Acemoğlu bu emre uymadı ve suçsuz olduğunu bildiren bir name yazdı. Bunun üzerine Kütahya Paşası Padişah emri ile, Acemoğlu ve avanesinin yakalanması için birlik gönderdi. Acemoğlu yanında Kethüdaoğlu gibi yandaşlarından oluşan bir kuvvetle 1793’te Banaz Hasan Köy’de bulunan ve alınması zor olan kaleye çekildi. Osmanlı askeri kaleyi kuşattı. Akşamın olması ve arkadan gelen Sarıtekeli kuvvetlerince sarılan Osmanlı güçleri dağılmak zorunda kaldı.
Kışın bitmesi ile 1794 baharında Padişah, Anadolu Beylerbeyi’ne onbeş bin asker ve içinde topların da bulunduğu ağır silahlarla Uşak’ı kuşatma emri verdi. Uşak ahalisi, Acemoğlu ve adamlarını vermezse toplarla dövülecekti. Yakalanması için çok büyük bir ordunun üzerine gönderildiğini duyan Acemoğlu, Banaz’dan, Uşak Kalesi’ne sığındı. Osmanlı güçlerinin kale önlerine gelmesi ile burada da tutunamayacağını anlayan Acemoğlu, halkın da zarar görmemesi için kalenin gizli geçitlerinden kaçtı. Daha sonra dostu Kula Voyvodası İsmail Ağa’nın yanına sığındı. Oradan kaçarken Karaosmanoğlu kuvvetleriyle çarpıştı. Son birkaç adamı ile Simav taraflarında iken Simav Voyvodası Nasuhoğlu tarafından yakalanıp kellesi İstanbul’a gönderildi. Böylece iki yıllık isyan 1795’te son buldu.
Öte yandan, İbrahim Kethüdaoğlu Mustafa Ağa, Kula’daki çarpışmadan sonra Acemoğlu’ndan ayrılarak Kalınkilise (Şükraniye) Köyü’ne döndü. Bunu haber alan yerel kuvvetler Kethüdaoğlunu köyünde sıkıştırdılar.Kısa bir çatışmadan sonra Mustafa Ağa ve adamları öldürüldüler.Mallarına el kondu ve evleri yakıldı.İsyana karışmayanlara ise dokunulmadı.İsyancı elebaşlarının ortadan kaldırılmasından sonra mal dökümlerinin yapıldığı terekede; ”1795’te öldürülen Uşak Voyvodası Acemoğlu Ahmed’in terekesinde altı tane Arap cariyesi olduğu, Acemoğlu’nun yandaşlarından Kalınkilise Köyü’nden İbrahim Kethüdaoğlu’nun da terekesinde iki Arap cariyenin bulunduğu” gibi ilginç bilgilere yer veriliyor.(Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi C.17 S.2 S. 49-65, 2015)
Efsane olarak kulaktan kulağa aktarılan bu olayın gerçek yüzünü bu şekilde ortaya çıkarmış oluyoruz. Gelelim iki kardeş olayına: Mustafa Ağa’nın kardeşi Mehmet Ağa’ya isyancı olmadığı için dokunulmuyor. Mehmet Ağa’nın, Ahmet ve Ömer adında iki oğlu vardır. Ahmet, asker ocaklarında yetişir. Burada komutanlığa kadar yükselir. Daha sonra bir başarısından(?) dolayı, Devlet-i Ali Müteferrikalığı rütbesine yükseltilir. Bu kurum şehzadelerin ve vezir çocuklarının da bağlı olduğu kurumdur. Sonraki yıllarda İstanbul’dan dönerek köyüne yerleşir. Kardeşi Ömer Ağa ile çiftçiliğe devam eder. Köyde herkesin bildiği Ağa Çeşmesini 1831’de birlikte yaptırırlar.
KONUK YAZAR: ÖMER KAHYA