Yazar ve sinema sanatçısı ve aynı zamanda diş hekimi Ercan Kesal, Klinik Psikolog Beyhan Budak’ın “Hayat Dersleri ve Ustalarla Söyleşi” isimli programına konuk oldu. Burada oyunculuk, yazarlık ve diş hekimliği serüvenine dair anılarını ve edinimlerini paylaşan Ercan Kesal, yılkı atlarıyla ilgili benzetmede, “Yılkıdan gelen atlar, kendileri değişmekle kalmıyorlar, giderek kendi doğal mücadele gücünü unutmuş atlara da tekrar at olduklarını hatırlatıyorlar” diyerek İstanbul’daki yaşamı bu duruma benzetti.
KONFORLU ALANDAN ÇIKIP YILKIYA AYRILAN ATLAR, SONRASINDA GELDİKLERİ AĞILI DA DEĞİŞTİRİYORLAR
Kesal, şöyle konuştu: “Yılkı atlarıyla ilgili meseleye Atlas Dergisi’ndeki bir makalede rastladım. Kırgızlar’ın bir uygulaması ve bir süre sonra sünepeleşen ve sakince önüne yem konmasını bekleyen ve oradaki konfor alanında at olma hasletini kaybedenleri yılkıya bırakıyorlar. Diyelim ki 80 ve 100 tanesini gönderiyorlar. Yılkının bir acımasızlığı var ve kimse size herhangi bir kolaylık sağlamıyor. Kendi iç kuralları var ve herkesi de kabul etmedikleri, liderliği olan bir toplulukları var. Türkiye’de Afyonkarahisar, Kayseri ve Murat Dağı’nda yaşayan yılkı sürüleri var. Sonra kendi atlarını bulup getiriyorlar ve atların değiştiğini görüyorlar. Yılkıdan gelen atlar, kendileri değişmekle kalmıyorlar, giderek kendi doğal mücadele gücünü unutmuş atlara da tekrar at olduklarını hatırlatıyorlar.”
“Ben İstanbul’daki hayatımızı ve ilişkimizi bir çeşit yılkıya gitmiş atların ilişkisine benzetiyorum” diyen Kesal, şöyle devam etti: “Buradaki ayakta kalma ve kendi yerini koruma mücadelesi, İstanbulluları daha diri tutuyor. Kendimden izliyorum böyle bir şeyi doğrusu. Eşimi birkaç gün önce bir turne dönüşü havaalanından aldım. Yol boyunca sohbet ettik tabii ki ve ilk söylediği şey Almanya’da her şeyin kurallı işlediğiydi. Orada bir heyecan ve coşku olmadığını ve bizler bir şeyleri yanlış yapıyoruz ama heyecanımızı kaybetmemişiz dedi. Hâlâ coşkulu bir dinamizm var. Yılkıdan dönmenin de üzerinde düşünülmesi lazım.”
BEN BİR HEKİM OLMASAM KOLAY KOLAY KOLAY SİNEMACI OLAMAZDIM
Sinemada kaliteli işlerde yer almasının yaptığı meslekle ilgili olduğunu dile getiren Kesal, “Herkes uçurum kenarında heyecan yaşar ama evine geri döner. Uçurum kenarında sürekli olmanın anksiyetesini hep yaşayamazsınız. Fakat bu tecrübeyi de kaçırmamak lazım. Bir münzeviliği de kutsama ve içselleştirme meselesi, ne tuhaf bir özgüven ne de münzevilikten yanayım. İnatla dünyayı keşfetmeye dair bir iştah ve merak ama dünyaya dair de vazifeleri yerine getirmeye dair bir dikkat. Ben bazen bu konuda kendimi sık sık eleştiririm ve dünya haline fazla mı müptelayım diyorum. Hayır, onlara olan görevimi yerine getirmek bana daha fazla bir özgürlük kazandırıyor. Onlarla ilgili daha fazla vakit kalıyor bana. Ben bir hekim olmasam kolay kolay sinemacı olamazdım. Ekmeğimi kazandığım yer hekimlik mesleği ve bana doğru projeleri seçmek için bir lüks fırsatı sundu. Sadece oradan ekmeğimi kazanmak zorunda değildim. Oraya verdiğim enerji ve hekimlikle ilgili dikkatim bana sinemada daha kolay yol alma vesilesi oldu. Dünyada bu ilişkiyi kuramadığı için kaybetmiş çok arkadaşım var” dedi.
KAYBOLMAK KÖTÜ BİR ŞEY DEĞİL, KAYBOLMAKTAN KORKMAMAK LAZIM
Beyhan Budak’ın vazgeçiş ve gereksiz inatla ilgili sözleri üzerine konuşan Ercan Kesal, şöyle konuştu: “Kristof Kolomb'da rastladım, gemiciler yolu kaybettiklerini anladıklarında küreklerini denize bırakırmış. Artık kendilerini neyin beklediğini bilmedikleri için. Bu, benzersiz bir deneyime kişinin kendini hazırlaması gibi aslında. Görüyorsun, Amerika’yı yolu kaybettikleri için buldular. Esas amaçları Hindistan’daki altın ve baharattı fakat Amerika’yı buldular. Kaybolmak kötü bir şey değil ve bundan korkmamak lazım. Bu dünyanın bir çeşit değerleri var. Altın, döviz ve yatırım araçları gibi bir şey. Mesleklerimiz ve bize vaat edilen bir takım konforlar bizi kısıtlıyor. Başımıza gelen sıkıntıları hikâye eden insanlarız biz. Allah’tan bütün bunlar başıma gelmiş. Allah’tan okul değiştirmişim ve politik bir bilinç edinmişim. Sürekli taşınmış ve vazgeçmişim ve bütün bunlar sürekli yaşadığım işler için kaynaklar oluşturdu ki! Çocuklarımız için de böyle bu durum ve bizim başımıza gelen onların başına gelmesin dememeliyiz. Bunlar çocuklarımızın erken olgunlaşmasına vesile olacaktır. Bunu boş vermişlik içinde değil, bir dengede yapmalıyız.”